3 Ağustos 2009 Pazartesi

Avanos

Avanos'a gittik. Çeşit çeşit şarap içtik. Peribacalarında gezdik, tırmandık, hopladık, zıpladık, gezdik, geldik, hız sınırını aştık, ceza yedik.

Avanos'ta yöresel şarap evinde yirmiye yakın şarabı denedik, "sistem"e dahil olduk. Haziran sıcağında, buz gibi mahzende otururken şarap içmek, bir yandan da Süleyman Hoca'dan şarapla ilgili envai çeşit bilgi almak çok zevkliydi.

Herkesin işine yarayabilecek birkaç tanesi şu şekilde:

Açılan şarap en fazla on dört gün dayanır. Bunun için şarap şişesini alüminyum folyoya sarıp dolapta saklamak gerekir.

Eğer şarabın içinde hiçbir koruyucu madde yoksa en fazla on üç yıl yıllandırılabilir. Sonrasında sirkeye döner. Kırk, elli yıllık şaraplar koruyucu içeren şaraplardır.

Geceyi şarap evinin hemen üstündeki Duru Hotel'de geçirdik. Sabah kahvaltısı fazlasıyla doyurucuydu. Temiz ve ucuzdu, çok memnun kaldık.

Organizasyon için Adams'a, yolculuk için Fok'a, misafirperverliği için Süleyman Hoca'ya, satıcılığı için Kaptan'a çok teşekkürler.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Malezya bagaj fişini icat etti! v.2

Malezya'daki son günümdü... Akşam sekiz civarı uçağa bineceğim. Otelden havaalanına beni götürecek taksiyi sabahtan ayarladım, parasını ödedim. Beş buçukta otelde beni bekliyor olacak. Sabah, odayı boşalttım, bavulumu otele bıraktım, "bagaj fişi"mi aldım, işe gittim. İşten beşe doğru çıktım. Taksiyle işten otele gitmek beş dakika sürüyor ama asıl mesele taksi bulabilmek. Malezya'daki garip sistemi uzun uzun yazmayacağım ama sonunda taksi bulamadım.

Otele gitmek için başka bir yol yok. Taksi de yok. Ben işyerinde, bavulum ve beni havaalanına götürecek taksi otelde, uçak havaalanında bekleşiyoruz. Neredeyse kırk dakika uğraşıp taksi bulamayınca, saat de beş buçuğa yaklaşınca, oteli aradım. Beni havaalanına götürmek için orada bekleyen taksiyi işyerine yollamalarını, beni oradan alıp havaalanına götürmesini istedim. Oteldeki görevli çok yardımcı oldu, "tabi ki, taksiyi yollarız" vb. şeyler söyledi. İş geldi, yine bagaj fişine dayandı. "Taksi gelirken bagajımı da alabilir değil mi?" diye sordum. "Mümkün değil! Bagaj fişi sizin yanınızda, bagajınızı taksiye veremem. Fişinizle birlikte buraya gelmelisiniz." cevabını aldım.

Beni otelden havaalanına götürecek taksi önce otelden işyerine geldi. Beni oradan alıp otele götürdü. Otelde bagaj fişimi teslim edip bavulumu aldım. Aynı taksiye binip havaalanına gittim.

Malezyaya gideceklere tavsiye: Ulaşım için taksi, kahvaltı için peynir bulmak zor. Gitmeden önce bol bol taksiye binin, peynir tüketin. Bagaj fişi konusunda sıkıntı yok. O sistem bir hayli sağlam işliyor.

26 Temmuz 2009 Pazar

Malezya bagaj fişini icat etti!

Şimdi olay şu şekilde...

İş sebebiyle Malezya'dayken gece 11'lere kadar akşam yemeği yemeden çalıştığımız için, otele döner dönmez yemek işini halletmek istiyorduk. Odaya çıkıp laptop'ı bırakmakla vakit kaybetmemek için, çantaları concierge'e bırakıyorduk. Akşam yemeğini yedikten sonra da çantaları alıp, odaya çıkıp, uyuyorduk.

Concierge'deki görevli çantaları alınca, Pamukkale Turizm'in Denizli - İzmir seferinde verdiğinden daha tırt bir bagaj fişi veriyordu. Fişi verirken de tüm ciddiyetiyle, dönüşte çantaları bu fiş ile alacağımızdan, fişi kaybetmememiz gerektiğinden bahsediyordu.

Bu aşırı ciddiyet beni çok güldürdü. Sanırsın ki adam soğuk füzyonu buldu, kenara koydu. "Daha iyisini bulmalıyım", diye kasarak bagaj fişini icat etti. Öylesine bir ciddiyet, kendinden eminlik ve bunları karşıdakine aktarma isteği...

Bu duruş karşısında daha fazla kendimi tutamadım. "Biz Söğütözü'nde inicez, ona göre yerleştiriver bizimoğlan...", deyiverdim.

24 Mayıs 2009 Pazar

Nıhahaha!

Bir oyun var: Pandemic 2

Amaç bütün dünyaya hastalık yayıp, insanlığın kökünü kurutmak. Hem zevkli hem de arayüzü çok güzel. Filmlerde dünyayı yok etmeye çalışan adamların monitörlerine benziyor. Dünya haritası, üzerinde uçan uçaklar, yüzen gemiler, durumu kötüleştikçe rengi yeşilden kırmızıya dönen ülkeler... Daha ne olsun?

6 Şubat 2009 Cuma

Leylek Sürüsü

Birisi bana iki yıl önce deseydi...
"Perşembe akşamı Malezya'da mesaini bitirip uçağa bineceksin. Cuma sabahı Tayland'da işbaşı yapacaksın."
Yine de tüm soğukkanlılığımla "hımm" derdim sanırım.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Kırmızı

Epey oldu bir şeyler yazmayalı. 2008'in özeti gibi olsun bu.

13 haftasonunu İstanbul dışında geçirdim bu sene. Yılın dörtte birinde kaçmışım bir şekilde. Gelecek sene geliştirmem lazım bu rekoru.

Bazı ilklerin de yılıydı 2008: Uçağa bindim, çok hoşuma gitti. İstanbul'da ve tek başıma ilk kez araba kullandım, sıkıldım. Japonya'ya gittim, pek beğenmedim. Katanam oldu, başucumda duruyor.

Ayrıca bazı keşiflerim oldu. Tek başlarına uykumu getirmeyen tylol hot ve passiflora'yı beraber içtiğimde öğlen 12'de deliler gibi esnediğimi fark ettim.

Çevremde hala beni aylarca kandıracak kadar iyi yalan söyleyen insanlar olduğunu anladım. Hayatımda yediğim en büyük kazığı, öncekilerden daha kolay atlattım. (Her geçen gün kendim için daha başarılı bir terapiste dönüşüyorum.)

İş hayatındaki rol modelimi buldum: House... Çömezlerime zaten eziyet ediyordum. Bazılarına isimleriyle değil kendi bulduğum lakaplarıyla hitap ediyordum. Genelde bana söyleneni değil benim yapmak istediklerimi yapıyordum. Bacak kaslarımda sorun yoktu ama ara ara dizlerimdeki ağrılar yüzünden topallıyordum. Parlak nike ayakkabılarının aynısından zaten vardı. Aramızdaki en büyük fark, House iş hayatında adını duyuruncaya kadar orta yaşlarını geçmişti ama Hoze biraz daha hızlı davranmıştı. (Hey yavrum hey!)

Şimdilik bu kadar.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Bilmediğim...

Şunu anladım...
Benim bilmediğim tek şey var, o da haddim.

11 Mayıs 2008 Pazar

Kaybettim!

10 mayıs 2008... 27 yıl, 1 ay, 19 gün olmuş yaşamaya başlayalı. Hayatımda ilk kez bir şey kaybettim. Umarım son kez olmuştur.

18 Nisan 2008 Cuma

deja vu

Deja vu denen nane her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa (ıyk!) aynı şeyler yaşanmış gibi hissedilir hani. İşte onun değişik bir modelini tecrübe ettim; aynı şeyleri farklı insanlarla yaşadım. Yaşamış gibi hissetmedim, basbaya yaşadım. Neredeyse tam iki ay arayla, aynı coğrafyada, aynı iki günü, farklı insanlarla yaşadım.

İstanbul'a çakılalı 30 ay olmuş.

Keyif, motivasyon, damak tadı gibi özelliklerimi tatile yolladım.

10 Mart 2008 Pazartesi

Ankara

4 ay sonra Ankara'ya gittim. Yine eğlence, nümayiş, zıvanadan çıkış, vücudu toksine doyurma...
Aşti, Dikmen, Uzun Market, Eymir gölü, yine Uzun Market, yine Eymir gölü, ODTÜ lab'ı, ufak çaplı yangın, Dikmen, Meşrutiyet, Tunus, AŞTİ, otobüsü kaçırma... Ben bu rotayı izlerken, ceketimin ODTÜ lab'ında benden ayrılması, ertesi gün Tunus'ta yeniden buluşmamız vs...

Sanırım bir süre Ankara'ya gitmemeliyim. Benimle birlikte dolaşan arkadaşlarımı da bu pis-bok hayat tarzına sürüklememeliyim. "Kendim için bir şey istiyorsam namerdim." Yazık günah yahu, gencecik insanlar ak-kara demeden iki ciğerlerini de heba ediyor benimle.

O değil de, Call of Duty oynarken kül tablası niyetine kullandığı bardağı tutuşturan, durumu ancak arkasındakilerin "yanıyosun oğlum!"uyla fark eden, yüksek promilin etkisiyle yangını elini bastırarak söndüren ve oyununa devam eden insanlarla olmak kesinlikle çok eğlenceli.

Valla ya, niye gitmeyecekmişim, en yakın zamanda yine gitmeliyim Ankara'ya. Koçum Ankara.

5 Mart 2008 Çarşamba

Bitti

İşimdeki üç aylık aşırı yoğunluk azaldı. Mesai saatlerine saygılı bir çalışan oldum. Ama vücut aynı tempoyu sürdürmeye çalışıyor, benimle inatlaşıyor. Eve gelir gelmez tekrar çalışmak istiyor. Eve gelmeyerek buna geçici bir çözüm buldum.

Arada bir, bir anlık uykular olur hani. Gözler belki kapanmaz, vücut devrilmez ama bir an, sadece bir an uyur insan. Sonra da ürker ne kadardır uyuyorum diye. Bir anlık bir uyku olduğunu fark edip rahatlar ardından. İşte bu bir anlık uykulardan günde dört beş tane uyur oldum. Bozdum galiba bir takım ayarları. Eğer beynin kilitlenip kendini resetlemesi gibi bir olaysa bu, sanırım benimkinin performansı baya düştü. Format atmak lazım ama neyle?

Her neyse, en iyi arkadaş kitap filan değil, bildiğin yastıkmış. Hatta bazı kitaplar yastığı bile kıskanır olmuş ama uyurgezerin gazabına uğramış.

15 Aralık 2007 Cumartesi

Whopper!

4 Mart 1957'de doğan whopper, bu sene 50. yaşını kutladı. 50. yaşının anısına New York'taki Madame Tussauds'ta heykeli sergilendi. Nice yıllara canım benim...

http://www.whopperat50.com/

Bu da eşşek şakası:

http://www.whopperfreakout.com/

1 Kasım 2007 Perşembe

iki kare toplamı

Dişi insanların ilginç bir özelliğini keşfettim sanırım. Her birinin, bir adet çok yakın dişi arkadaşı oluyor. Aslında "yakın arkadaş" dememek lazım sadece, kanka, kank, badi gibi bir şey demek lazım. "Arkadaş"a benzer şekilde oluşmuş olan "götteş" kelimesi en uygunu belki de.
Dişiler götteşlerine her şeylerini anlatıyorlar. Her türlü gerekli gereksiz şeyi paylaşıyorlar.
Götteş kişi zaman içinde değişebiliyor ama bir dişinin götteş sayısı t zamanda hep sabit oluyor. Bu sabitin değeri de 1. Mühendis olmayanlar için özetlersek, her dişinin her zaman 1 adet götteşi oluyor. Bu sayı ne eksiliyor, ne artıyor.
Bu yazının başlığı ile içeriği arasındaki bağı bulan ilk insana benden bir acılı whopper menü çalışır.

2 Ekim 2007 Salı

Yemek seçmek ayrıcalıktır!

Bu toplumda neden yemek seçenler hor görülüyor?!
Yetti artık! Bu duruma bugün dur diyeceğim!
Yemek seçmek iyidir, olmalıdır, olması gerekendir. Damak tadına özen gösteren, yemeği sadece yaşamak için değil zevk almak için de yiyen insan yemek seçer. "Aaaa patlıcan nasıl sevmezsin?", "Taze fasulye yenmez mi?" sorularından bıktım. Sevmiyorum kardeşim. Sevmiyorum, sevmiyorum, sevmiyorum. "Renkler ve zevkler tartışılmaz"dı hani?
"Her türlü müziği dinlerim." diyene burun kıvırmayı biliyorsunuz, her yemeği yiyenin ne farkı var?
Yemek seçmeyenin insanlığından şüphe duyarım. Kendine biraz saygısı olan insan yemek seçer. Yemek seçmeyenin "nefes alsın yeter"cilerden hiçbir farkı yok gözümde.
Senelerdir aç mı durdunuz arkadaşım? Nedir bu "yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç" anlayışı?
Kıtlık olsa da zar zor yiyecek bulunsa neyse. Açık büfe gördüğü zaman çekirge sürüsüne evrilen insanlar, sözüm size, bok yiyin!


Edit: Bu düşüncelerimi, yazıya dökmeden önce paylaştığım iki iş arkadaşım vardı. Kendileri ısrarla bana karşı çıkıp, yemek seçmemeyi savunmuşlardı. İkisi beraber, Tayland'da bir hafta geçirip aç kalınca, kısacası, kapak oldu!

30 Eylül 2007 Pazar

terbiyesiz oldum ben

Zıvanadan çıktım, terbiyesiz oldum.

Son zamanlarda, her yerde, her şeyle dalga geçer oldum. Zaten dalgacı birisiyim ama sanırım bu aralar abartıyorum. Şu an detaylarını vermek istemediğim, "hükümlü", "askerlik", "trip", "tüplü araba", "tarık mengüç" gibi şakalarıma insanlar şimdilik gülüyor. Umarım hep böyle gider. Gitmeyecekse, biri beni şimdiden durdursun. Yoksa benim duracağım yok.

Bir de ekim ayını iple çekiyorum. Toplam 6 günü İstanbul dışında geçireceğim, süper.

23 Eylül 2007 Pazar

11 - 23 eylül arası

11 - 23 eylül arası, Denizli'den çok kral arkadaşım geldi. Fatih (aka şizot) eğitim için geldiği süre boyunca benimle gezmek zorunda kaldı, İstanbul'da kaldığı 12 günün birbirinden güzel 10 tanesinde bana katlandı. Fatih'in İstanbul'da zibil gibi (iyi - kötü ... eheh) arkadaşı varmış. Bir kısmıyla ben de tanıştım. İki önceki cümlenin başlangıcı da tarih dersine girer gibi olmuş, neyse öyle kalsın.

10 gün boyunca, hafta içi akşamları, hafta sonu ise gündüz, öğle, akşam, gece gezdik, tozduk, yedik, içtik, konuştuk, eğlendik. Kadıköy, Mado(!),
Çiftehavuzlar, Bostancı, Bağdat Caddesi, Taksim, Eminönü, Şişli, Nişantaşı ve Mecidiyeköy'de ayakkabı eskittik.

Fatih ve Esra'yı uğurladıktan sonra "ne güzelmiş böyle deli danalar gibi gezmek" diye düşündüm. Fok enteli, "sürekli yapınca sıkılırsın" şeklindeki objektif yorumuyla, yüzümü buruşturdu. Sürekli gezip tozan bir insan sıkılır mı cidden? Öyleyse sıkılmamak için ne yapmak lazım? Sürekli yapılan her şeyden sıkılıyorsak, sıkılmayacağımız bir aktivite bulmak mümkün değil midir? Kafam karıştı.

Ben yine de o 10 günde olduğu gibi gezmek, tozmak istiyorum. Sıkılmam gibime geliyor.

13 Eylül 2007 Perşembe

iş bankası

bu olayda, hesaplama kolaylığı açısından, eski türk lirası kullanılmıştır...

2006 senesinin ağustos ayında, işsel sebeplerden ötürü, ülkemizin tek özel kamu kuruluşu olan iş bankasında bir hesabım açıldı ve bana bir kredi kartı tahsis edildi. hesabı 2 ay kadar kullandıktan sonra kendi haline bıraktım, kredi kartını ise hiç kullanmadım. 2007 eylülünün ortasında iş bankası bana bir zarf gönderdi. kredi kartımın 1 yıllık kullanım bedeli olan 25 milyonu benden talep ediyorlardı. zarf, son ödeme tarihinden 1 hafta sonra elime geçmişti. bağdat caddesi gibi sapa bir yerde oturduğuma verdim...
iş bankası bostancı şubesine gittim. gişedeki görevliye bankamatik ve kredi kartlarımı verdim. "bunları kapatmak istiyorum. benden ne kadar istiyorsunuz?" diye sordum...
- kredi kartınızın kullanım bedeli için 15 milyon ödemeniz gerekiyor.
- bana gelen zarfta 25 milyon yazıyordu?
- 10 milyon hesabınızdan çekilmiş beyfendi. 15 milyon borcunuz kalmış.
- emin misiniz? hesabımda 1 kuruş bile olmaması lazım.
- evet eminim. 10 milyon hesabınızdan çekilmiş. 15 milyon borcunuz var.
- peki. buyrun 15 milyon.
- tamam beyfendi. borcunuz kapandı. hesaplarınız kapatılabilir ama bunu ben yapamam. bireysel müşteri hizmetlerine gitmelisiniz.
- gideyim.

gittim. sırada benim hemen önümde olan, emekli maaşıyla geçinen teyzenin aldığı üç kuruşluk fonun kazancından yüzde 10 kesildiğini duyunca ne kadar üzüldüğüne şahit oldum. sıra bana geldi.

- bu benim bankamatik kartım, bu da kredi kartım. hesaplarımı kapatmak istiyorum.
- hesaplarınızı kontrol ediyorum... evet borcunuz, alacağınız gözükmüyor. hesaplarınızı kapatabiliriz. ancak bunlar kartal şubesinden açılmış. oraya gitmeniz gerekiyor.

işte tam bu anda, ülkemizde gerek kamuda gerek benzer mantalitede çalışan kurumlarda iş yaptırmak için "cazgır mode" kullanımının faydalarını görmeye başlıyoruz.

- kartal şubesine gitmeyeceğim. bu hesaplar, ben kartal şubesine gitmeden açıldı. aynı şekilde, ben kartal şubesine gitmeden kapanacak.
- aslında kredi kartınız burdan da iptal edilebilir. (hımm... demek oluyormuş.)
- bankamatik kartı da burdan iptal edilecek.
- beyfendi kartal şubesinden imza örneğinizi görmek isteyeceklerdir.
- bu hesap 1 senedir açık, ben 1 senedir kartal şubesine gitmedim. hesap açılırken, işyerime gelen bazı belgelere imza attım o kadar. o şekilde hesap açılabiliyorsa, bir başka iş bankası şubesinden de kapatılabilir sanıyorum.
- bir dilekçe yazalım. hesabınızda artı veya eksi olmadığı için kapatabilirler. (hımm... demek bu da oluyormuş.)

hem kredi kartımın hem de bankamatik kartımın bağlı olduğu hesabımın iptali ve kapatılması için dilekçe yazdım. dilekçenin altına attığım imza, sistemdeki imzaya benzemiyormuş.
yetkili, bana imzayı tekrar attırdı. yine benzetemedim. bilgisayarının ekranını bana çevirdi, kendi imza örneğime bakarak imzamı attım. güvenlik harikaydı.

dilekçe, kartal şubesine faksla gönderildi. bu esnada kredi ve bankamatik kartlarım da yetkili tarafından kesildi. dilekçenin bir örneğini de alarak şubeden ayrıldım.

akşam üstü kartal şubesinden telefonla arandım.

- merhaba, bize bir dilekçe göndermişsiniz, hesaplarınızı kapatmak istiyorsunuz.
- evet?
- kapatamıyoruz beyfendi, borcunuz var?
- ne borcu?
- 11 milyon eksidesiniz.
- ben bu sabah bostancı şubesindeydim. bu hesapları kapatmak için gereken tüm ödemeleri yapmak istediğimi söyledim. benden sadece 15 milyon istediler.
- hesap hareketlerinizi kontrol ediyorum... kredi kartınızın 25 milyonluk kullanım ücreti için ek hesabınızdan 10 milyon çekilmiş. bu 10 milyona günlük faiz işlemiş.

bende şalter attı.

- peki bu hesap hareketini bostancı şubenizdeki çalışanlar neden göremiyor! bana o 10 milyonun hesabımda kalan paradan çekildiğini söylediler. ben hesabımda para olmadığını söyledim, ısrar ettim. yine de benden 15 milyon alıp başka borcunuz yok dediler!
- arkadaşlarım hata yapmış beyfendi. şubemize gelebilir misiniz?
- gelemem! bu hesaplar ben şubenize gelmeden açıldı. aynı şekilde kapanacak.
- peki beyfendi o zaman hesabınıza 11 milyon yatırır mısınız? eksideki hesabınızı bu şekilde kapatabiliriz.
- hesabıma nasıl para yatırabilirim? her iki kartımı da bostancıdaki meslektaşınız "bunlar iptal edilecek" diyerek aldı ve kesti.
- anlıyorum beyfendi. başka bir bankadaki hesabınızdan gönderemez misiniz?
- gönderirim tabi. ama yarın öbür gün bir başka iş bankası çalışanının beni arayıp "artıya geçmişsiniz, hesabınızı kapatamıyoruz" demeyeceğini garanti edin bana!
- isminizle ilgili tüm kayıtları kontrol ediyorum... kredi kartınızdan ve bankamatik hesabınızdan başka kaydınız yok. 11 milyonu göndermeniz dahilinde hesaplarınızı kapatacağım.
- 11 milyonu birazdan göndereceğim. kredi kartım iptal edilecek, hesaplarım kapanacak, bir daha da beni aramayacaksınız. doğru mudur?
- evet beyfendi.
- peki. o zaman bana bostancıdaki meslektaşınızın masasında duran bankamatik kartımın hesap numarasını verin de 11 milyonu yollayayım!

hesap numaramı öğrendikten sonra, 1.5 milyon da masraf ederek 11 milyonu yolladım.

bir gün sonra telefonum çaldı yine...

- merhaba beyfendi, iş bankası kartal şubesinden arıyorum.

şalter attı yine.

- hımm... ee?
- hesabınızı kapatmak için dilekçe vermişsiniz. hesabınızda 89 kuruş artıdasınız. hesabınızı bu şekilde kapatamam. şubeye gelebilir misiniz? ödemenizi yapalım.
- heheh. hayır! ben bu işle ilgili şubenizden biriyle konuştum dün. bir hesabı kapatmak için 3 kişiyle muhattap oldum, siz dördüncüsünüz. o 89 kuruşu almak istemiyorum. sadece iş bankasından kurtulmak istiyorum. 89 kuruşu iş bankasına bağışlayamaz mıyım?
- hayır beyfendi.
- hibe etsem?
- mümkün değil beyfendi.
- istemiyorum! yamayacak bir yer bulamaz mısınız?
- öyle bir uygulamamız yok beyfendi.
- peki. dün sizin şubenizden konuştuğum kişiyi bağlayın bana. sizinle değil onunla konuşmak istiyorum.
- ismini biliyor musunuz?
- hayır. hesap hareketlerime bakın. dünkü hareketi kim yaptıysa odur.

beklemeye alındım. bir önceki gün konuştuğum görevliye bağlandım.

- merhaba beyfendi.
- hesabım artıya geçmiş! hani 11 milyon yollayınca kurtulacaktım sizden?
- evet beyfendi, hesabınızda 89 kuruş kalmış. bu durumda hesabınızı kapatamıyoruz.
- dün böyle söylemediniz! bıktım artık. kapatın bu hesabı.

görevli kişi bu sırada telefonu kendinden uzaklaştırarak yanındaki arkadaşlarına sorar... ama konuşmalar bana duyulur...

- ben dün hesabı kapatacağımızı söylemiştim. 89 kuruşu yollayamaz mıyız bir yere?

tekrar bana döner.

- beyfendi, hesabınızı bu şekilde kapatamayız.

bu andan sonra sesimi iyice yükselterek konuştum telefonda.

- isminiz ne?
- gülben
- soyadınız ne?
- ...
- soyadınız var değil mi?!

telefonu yine kendinden uzaklaştırarak...

- adam adımı soyadımı soruyor?!

beklemeye alındım.

- merhaba beyfendi.
- siz kimsiniz?
- ben menekşe. biraz önce konuştuğunuz arkadaşların amiriyim.
- soyadınız ne?
- bunları ne için soruyorsunuz?
- dava açacağım insanların isim ve soyadlarını bilmek istiyorum.
- beyfendi, hesabınızda para varken kapatamayız.
- siz filmin sonuna yetiştiniz! (2 gündür süren konuşmaları kısaca anlattıktan sonra) bana hiçbir şey anlatmayın! o hesap kapanacak!
- beyfendi şu an çok sinirlisiniz. ben sizi sonra arayayım.
- hayır beni sonra aramayın. bu hesabı kapatın. bıktım artık sizden. yakamı kurtarmak istiyorum. bir daha sizinle konuşmak istemiyorum!
- beyfendi hesabınız artıdayken kapatamam.
- hesabımın artıda olması sizin hatanız. kapatacaksınız!
- 89 kuruşu ne yapacağım?
- bulun bir şeyler! az önce konuştuğumda, çalışanınız telefonu kendinden uzaklaştırıp "
ben dün hesabı kapatacağımızı söylemiştim. 89 kuruşu yollayamaz mıyız bir yere?" dedi. demek böyle şeyler olabiliyor!
- hayır beyfendi, böyle bir uygulamamız yok.
- bir hesabın kapatılması için dörtten fazla iş bankası çalışanıyla muhattap olmak, iki gün süründürmek gibi uygulamalarınız var sanırım. öyle mi? dört farklı kişiyle mi konuşmak gerekiyor hesap kapatmak için?

menekşe hanım yalan söyler...

- evet beyfendi.
- peki. size dava açacağım. bana soyadınızı verin. az önce konuştuğum kişilerin de isim ve soyadlarını istiyorum.

bu bilgileri bana verdikten sonra, menekşe hanımın aklına alternatif çözümler gelmeye başladı.

- 89 kuruşu istemiyorum. hesabı kapatacaksınız!
- dün 11 milyonu yolladığınız hesabınıza yollayabiliriz bu 89 kuruşu.
- vay vay, demek şubeye gelmeden de çözüm bulunabiliyormuş.
- isterseniz öyle yapalım.
- yapın.
- hesap bilgilerinizi alabilir miyim?
- hayır. bakın kayıtlarınıza ordan bulun.
- peki beyfendi.
- sizden kurtuluyor muyum?
- beyfendi şu an mesai saatinin sonuna yaklaşıyoruz. o yüzden muhtemelen pazartesiye sarkacak.
- sarkmasa şaşardım zaten.
- peki, iyi günler.
- iyi günler.

aslında burada bitmiyor bu ama gerildim. daha fazla yazmayacağım.

2 Eylül 2007 Pazar

ispanyolca

İspanyolca güzel bir dil. Öğrenmesi de kolay. Kelimeleri (doğal olarak) İngilizce'ye, sondan eklemeli yapısı Türkçe'ye benziyor. Genellikle kurallı bir dil, düzensiz fiillerin sayısı çok fazla değil. Hem isimlerde hem de sıfatlarda eril/dişil ayrımı var ve sıfatlar isimlerden sonra geliyor. Fiillerin çekiminde de, isim ve sıfatların eril/dişil değişimi için de çoğu zaman kelimenin sonundaki ek değişiyor. Türkçe bilen birisi, bu sondan eklemeli yapıyı kolayca çözebiliyor. Soru cümlesi yapmak için, cümleye hiç dokunmadan cümlenin sonuna ve başına soru işareti koymak yetiyor. Aynı mantık, ünlem cümlesinde de geçerli. (Cümlenin başına konan noktalama işaretleri ters yapılıyor.)

Güney Amerika'da, Portekizce konuşulan Brezilya haricinde tüm ülkelerde İspanyolca konuşuluyor. ABD'de de, göçmen nüfusu bu hızla artmaya devam ederse, bu yüzyıl içinde en yoğun konuşulan dil İspanyolca olacak.

¡İspanyolca öğrenin!

31 Ağustos 2007 Cuma

omurilik

Sinir sistemi, sürekli olarak yapılan işleri, bir süre sonra refleksmiş gibi yönetmeye başlıyor. Bu tip işler, beynin değil refleksleri yöneten omuriliğin sorumluluğunda oluyor.

Defalarca gidilen bir yere dalgınken de rahatlıkla gidebilmek, evden çıkarken farkında olmadan kapıyı kilitlemek, ütü yapmayı bitirince fişini çekmek bu ilginç özelliğin örnekleri.


Belki de yine aynı sebepten, "acaba ışığı kapattım mı?", "ocağı söndürdüm mü?" diye endişe edilen zamanların çoğunda bu işi omurilik halletmiş oluyor. Beyin ise o sırada başka bir şeyle meşgul olduğu için hatırlamakta zorlanıyor.

Kısacası, omurilik, tek başına birçok işi yapmak için yeterli aslında.

Bu durum, çevredeki beyinsiz sayısından da anlaşılabiliyor zaten.


27 Ağustos 2007 Pazartesi

iş hayatı

İş hayatında belli bir yere gelebilmesi için, bir insanın kesinlikle bozuk karakterli olması lazım. Aksi mümkün değil.

26 Ağustos 2007 Pazar

insanoğlu çok garip

Geçen hafta en yakın üç arkadaşımın ikisiyle beraber 24 saat geçirdim. (Kıskanan, gücenen olmasın diye üçün ikisi dedim. Joker hakkım saklı kalsın.) Hayatımdaki en huzurlu günlerden biriydi muhtemelen. O ana kadar birbirini tanımayan cem ve murat sanırım birbirlerini sevdiler. Gerçi daha sonra biri diğerine "garip", öbürü de ona "lavuk" dedi ama onlar sayılmaz.

İnsanların internet âleminde olduklarından çok farklı davranmasına anlam veremiyorum. Aslında belli bir yaşa kadar anlayabiliyorum ama ondan sonrası çok garip ve itici geliyor. Ben de 19–20 yaşındayken kimseyi umursamayan, herkesle, her şeyle dalga geçen birisi gibi davranıyordum internette. Bir gün, bana böyle davranılsa hoşuma gitmezdi deyip bıraktım. Bu kadar basit ve kolay oldu. Benim gibi, günlük hayatta bile dan dun konuşan, ağzına geleni söyleyen birisi bile (En son, işyerindeki bir kıza "yarma gibisin" dedim. Var mı ötesi?) yapabiliyorsa, bunu başarabilmek o kadar da zor olmamalı.

Dün gece, momentle momentumu birbirine karıştırdığımı acı bir şekilde fark ettim. Acı demişken, acılı whopper!

dünyanın en güzel yiyecekleri

1 - Acılı whopper dünyanın en güzel yiyeceğidir. En güzelidir, bir tanedir. Daha iyisi yoktur. Acısı, soslu da olsa biberli de olsa süperdir. Yerken insan kendini kaybeder, dış dünyayla bağlantısı kesilir. Ev ortamında aynısını yapabilen birisini bulursam, dakkasında nikahı basarım.

2 - Acısız whopper dünyanın en güzel ikinci yiyeceğidir. Acılı whopper yapılırken içine acı sosun katılmasının unutulmasıyla şans eseri bulunmuştur. Ev ortamında aynısını yapabilen birisini bulursam, dakkasında nikahı basarım. Acı sosu da kendim ekleyiveririm.

3 - Kızarmış hellim peyniri dünyanın en güzel üçüncü yiyeceğidir. Zaten peynirlerin hepsi süper yiyeceklerdir ama hellim peyniri bambaşkadır. Ev arkadaşım bunu yapabiliyor. (Çünkü teyzem yüklü bir çek aldı?!) Bu yüzden beraber kalıyoruz zaten.

4 - Kentucky'deki hot wings dünyanın en güzel dördüncü yiyeceğidir. Acısı hem yerken, hem de vücudu terk ederken can yakar. Kovayla satılır, kovayla alınır, kovayla yenilir. Kolayla da yenilebilir.

5 - Çeltik kebabı dünyanın en güzel beşinci yemeğidir. Hayatımda altı defa yiyebildim. Henüz yememiş olan, boşuna yaşamıştır. İsmini bilmediğim zamanlarda, birçok şeye olduğu gibi, bu yemeğe de babamın adını vermiştim. Patates, yoğurt ve etin muhteşem sinerjisi...

6 - Süper ayvalık tostu dünyanın en güzel altıncı yemeğidir. Bostancı'daki Etiler Marmaris Büfe'de "ayvalık süper" şeklinde istenmesi gerekir. Cidden süperdir.

7 - Et şiş dünyanın en güzel yedinci yemeğidir. Taksim'deki Canım Ciğerim'de yenmesi şarttır. İnsanın hem gözü hem karnı doyar.

Off... Acıktım.